Yazar arşivleri: Gökhan

Yaka Mendili – 2

Yaka Mendili Dikişleri

Evet, kaldığımız yerden devam edelim…

Öncelikle şu yaka mendilini neden kullanıyoruz diye bir sorgulayalım isterim. Evet, şık olmak için, tarzımızı ortaya çıkarmak için, sofistike görünmek için, takım elbiseye renk katmak için, vb. denebilir. Ancak asıl bir de işin fonksiyonel tarafı var. Bir kadının gözyaşlarını, ya da üzerine dökülen şarabı silmek, vb. için de taşımalısınız bu mendili. Bu yüzden düzgün dursun diye kartona sarma, hatta iliştirme gibi işlere girişmeyin; güzelim ipek mendilleri kara tahta silgisine dönüştürmeyin lütfen. Ancak bu mendili kullanın dediysem de, burnunuzu filan silmeyin ha! Hala el kurulamak filan için mendil kullanıyorsanız, ayrı bir mendil taşıyıverin. Yakanızdaki mendil her zaman tertemiz olmalı. İhtiyacı olan bir kadına sümüklü mendilinizi vermek istemezsiniz herhalde… 🙂

Yazılarımda hep “Jilet gibi giyinin” filan diyorum, ama bunu yaparken çok çabalamış görünmemek lazım. Güzel giyinmek ile güzel giyinmek için çabalamak arasında büyük fark var. Bu bağlamda, yaka mendilini katlamak için öyle dakikalar harcamayın. Doğru mendili seçtikten sonra, zevkinize göre katlayıp koyuverin cebinize.

Yaka mendili ile birlikte yakaya çiçek ya da rozet takılır mı? Açıkçası bana çok kalabalık, hatta yukarıda bahsettiğim şekilde çok çabalamak gibi geliyor. Bu yüzden ben tek başına yaka mendili, çiçek ya da rozet takıyorum; ikisini ya da üçünü bir arada kullanmıyorum.

Yakası açık gömlek ile (kravatsız) yaka mendili kullanılır mı? Evet kullanılır, yalnız ben jilet gibi katlanmış düz beyaz, vb. bir mendil yerine renkli, desenli ipek bir mendili daha uygun buluyorum.

Bazı mendillerin kenarları kaba dikilmiş gibi görünüyor, bu nedir? Erkek giyiminde, takım elbiseden ayakkabıya kadar el işçiliği ile yapılmış her şey daha kıymetlidir. Bir kıyafetin el işçiliği ile üretildiğini vurgulamak için ceket yakalarının, yaka mendillerinin, vb. kenarlarında bu el dikişi kullanılır. İyi bir şeydir yani… 🙂

Bonus Bilgi: Bir kadına yaka mendilinizi verdiyseniz, geri almayın; onda kalsın 😉

Yaka Mendili

Çılgınlar gibi süren bir proje döneminde, nefes bulduğum ilk fırsatta ihmal ettiğim yazılarıma tekrar başlayayım diyerek oturdum bilgisayarın başına. Bugünkü konumuz yaka mendili…

Kendimizi ve tarzımızı ifade etme yolundaki üç beş aksesuardan birisi bu yaka mendili. “Takmazsak ne olur?” derseniz; hiçbir şey olmaz, yaka mendilsiz de gayet şık olabilirsiniz. Hatta konuya çok hakim değilseniz, hiç takmamak belki daha bile isabetli olur, durduk yere ağrısız başınıza ağrı almazsınız.

Ama derseniz ki “Yahu, görüyorum insanlarda; pek hoşuma gidiyor, ben de takayım…”, buyurun şöyle başlayalım.

Yaka mendili için birçok katlama şekli var. Ben en temel olanları aşağıya koyayım öncelikle.

Yaka Mendili Katlama Şekilleri

Bunlardan hiçbirisi için doğru ya da yanlış diyemem, tamamen zevk meselesi. Ben yine kendi tercihlerimle başlayayım. Mühendis olmamdan mıdır, yoksa düzen intizam takıntısı mıdır bilemem; ben derli toplu duran şekilleri tercih ediyorum (bkz. 1, 2 ve 3 numaralar).

Düz bir şekilde durması için mendilin biraz tok bir kumaştan olması gerekli, bu yüzden çok ince ipek dokumalar için 3 ya da 4 numaralı modeli tercih etmek durumunda kalabilirsiniz. Ben çoğunlukla düz beyaz gömlek giydiğim için, düz beyaz pamuklu mendiller ile istediğim modeli rahatlıkla kullanabiliyorum. Eğer desenli bir mendil kullanacak iseniz, 3 numaralı modelde desen pek belli olmayacağı için, tercih etmek istemeyebilirsiniz. 5 numeroyu ben ilkokulda siyah önlüğün üzerine takarmışım (Vallahi de billahi de manyak olacağım o zamanlardan belli imiş… 🙂 ). O yüzden şu an bana hiç hitap etmiyor. 6 numara da tavus kuşu misali çok zorlama geliyor açıkçası…

Öncelikle temel birkaç kuraldan bahsedeyim. Kravat ile birebir aynı renk ve desende olmasın. Bazen kravat ile mendil birlikte satılıyor aynı kumaştan, bu şekilde kullanmayın. Neden derseniz, işin içindeki zevk, özenme gibi kavramlar tamamen çöpe gidiyor; mağazadan alıp doğrudan kullanıyorsunuz. Özenle düşünülüp hazırlanmış bir yemek yerine fast-food tercih etmek gibi bir şey açıkçası… Ama bu şekilde takım olarak satın aldığınız mendiller varsa, başka kravatlarınız ile kullanabileceğinizi söylememe gerek yok sanırım. 🙂

Desen konusuna gelirsek; düz kravatla desenli mendil, ya da desenli kravatla düz mendil kullanmayı ben daha çok tercih ediyorum. Genelde desenli kravatlar kullandığım için benim mendillerim çoğunlukla düz renk. Ama dediğim gibi bu tamamen kişisel tercih; desenli gömlek, desenli kravat ve desenli mendilin de gayet uyumlu ve şık bir şekilde kullanıldığını da görebilirsiniz.

Renk uyumu olarak şöyle bir kuralım var: Gömlek ya da kravat içerisindeki renklerle uyum sağlamaya çalışıyorum. Birbirleri ile tamamen alakasız renklerde ceket-gömlek-kravat-mendil eşleşmeleri bana aşırı kalabalık geliyor. Benzer şekilde parlak renklerde bir kravat takıyorsam, daha soluk pastel tonlarda bir mendil; ya da tam tersini tercih ediyorum. İkisi birden parlak olunca beni yoruyor. Yine de kesinlikle kullanmam diyemem; öyle güzel bir kravat-mendil ikilisi denk gelir ki, takmasan olmaz…

Yaka Mendili Örnek Renk uyumuna örnek bulayım diye internette görsel aramaktan gözlerim şişti; içime en çok sinen ikisini sizinle paylaşayım. Yalnız renk uyumu açısından değerlendirdiğimi tekrar hatırlatayım.

Üstteki arkadaşın kravatındaki puanların pembe olmasına dikkatinizi çekmek istiyorum.

Alltaki takım elbisenin ve kravatın deseni pek benlik değil, ama renk uyumu konusunda sağlam çalışılmış. Kravatın deseninde maviler olduğu gibi, mendilin kenarlarında da mavi renk bulunuyor. Ayrıca pantolonun da lacivert renkte olduğunu ekleyince; siz de hakkını teslim edersiniz sanırım.

Konu ile ilgili yazacak başka şeylerim de var, ama uzun olunca okumuyorsunuz 🙂 Onları da 1-2 gün içerisinde ayrı bir yazı olarak yazayım…

Adam Gibi Adam “Bana Ne” Demez

Kırık Camlar Teorisi“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” var ya hani; benim için işte o yılanın başını ezen, yaralı parmaklara işeyerek gezendir adam gibi adam… Aslında bu kadar net; yazıyı burada bitirsem yeridir… 🙂

Neredeyse her yazımda bahsediyorum, “insanın özenmesi lazım kendine, çevresine vb.” diye; yine konu dönüp dolaşıp aynı kapıya çıkıyor. Hepimiz huzur ve refah içerisinde yaşamak istiyoruz şüphesiz, ama sormak isterim “Bugün huzurlu bir hayat için ne yaptın?” diye… Her şeyi devletten, belediyeden, şirketten, aileden, eşten beklemek kolay; sen ne yaptın bugün, hangi taşın altına elini koydun? İlla öyle büyük çaplı şeylerden bahsetmiyorum; yerdeki bir çöpü alıp kutuya atmaktan, yaşlı bir kadının elindeki torbayı alıp kapısına kadar eşlik etmekten vb. bahsediyorum.

Osmanlı torunlarıyız ya, maalesef analarımız da bizleri padişah torunları gibi büyüttü. Her şey ayağımıza geldi; bir hazıra konmacılık, bir armut piş ağzıma düşçülük toplumsal karakterimiz oldu. Ama hazıra dağ dayanmıyor işte; herkesin her şeyi ayağına beklediği bir ortamda işler nasıl yürüyecek, mümkün mü? Yaşadığınız çevrede bir kaldırım taşı kırılmış ise, ya da bir sokak lambası yanmıyorsa ne yapıyorsunuz? “Bana ne?” deyip geçiyor musunuz? Yoksa muhtarı, belediyeyi vb. arayıp çözülmesini mi istiyorsunuz? İnanın siz ilgi gösterince, ilgili kurumlar daha çok ilgi gösteriyor; bu konuda şahsen beni çok şaşırtıp utandırdıklarını itiraf edeyim. Ama kimse ilgi göstermeyince de, bu eksiklikler, sorunlar artarak büyüyor (Bununla ilgili olarak Kırık Camlar Teorisi‘ni okumanızı öneririm).

Büyük işler değil bunlar; herkes bir ucundan tutsa dalga dalga yayılsa, ne acayip bir toplumda yaşıyor oluruz, bir düşünün lütfen? Haydi popüler bir örnek vereyim, Barcelona’nın tiki-taka futbolunu hayatımıza uyarlamaktan bahsediyorum: Toplu hücum, toplu defans, yardımlaşma, takım olgusu vb. Messi bile koşup defansa geliyorsa, haydi bir zahmet vatanını seven defansa gelsin! 😀

Yeni Konu: Motosiklet

İki yıldır yoğun bir şekilde motosiklet kullanıyorum (yirmi bin kilometre yapmışım); hem motosiklet kullanımı hem de motosiklet kıyafetleri konusunda yazmam gerektiğini düşündüğüm birçok olay yaşadım. Haliyle “Motosiklet” başlıklı yeni bir başlık farz oldu.

Önce sizinle motosiklet hikayemi paylaşayım. Motosikletin hayatıma girmesi 30’lu yaşlarımın sonuna denk geldiği için beni pek tanımayanlarda “40 yaş sendromu” değerlendirmeleri oldu. Filhakika, 20’li yaşlarda gibi yaşayan birisi olarak böyle bir sendromdan gayet uzaktayım. Macera/heyecan arayışı deseniz, o da değil; ayıptır söylemesi plaza ortamında çalışmaya başladığım zaman ilk kazandığım paralar ile arabamı üstü açık spor araba olarak yenilemiştim. Uzun yıllar o kadar sefasını sürdüm ki (günübirlik seyahatler, hafta sonu tatilleri, hız manyaklıkları, vb.), bir araç ile heyecan arayışı safhasını çok geride bıraktım (“Ferrari’sini satan bilge” gibi oldu ama ne arabam Ferrari idi, ne de ben öyle bilge birisiyim 🙂 ). Peki, ne o zaman?

Açıkçası her şey arabayı yenileme dürtüsü ile başladı. Öncelikle arabayı sattım. Ne alsam diye araştırırken, evde bir değerlendirme yaptık; bizim arabaya pek ihtiyacımız olmadığı ortaya çıktı. Çoğunlukla kapının önünde yatıyor ve biz durduk yere sigorta, vergi, vb. ödüyoruz. Evimiz metroya çok yakın, tam önünde bir otobüs durağı var; İstanbul gibi manyak bir şehirde araba gerçekten başa bela olabiliyor. Hele bir de alkol alacak iseniz, son derece gereksiz bir yük haline geliyor. Kaldı ki, “Hayatta toplu taşımaya binmem” diyen padişah torunlarından olmadığım için, insanlarla etkileşim içerisinde olacağım ortamlar hoşuma gider (Çoğunlukla 🙂 bkz. Aşağıdaki metrobüs yorumum).

Dedik ki, araba bir dursun bakalım; çok ihtiyaç duyarsak kiralarız… Amma ve lakin, İstanbul’un toplu taşıma sistemi yıllar öncesinden akıl ile tasarlanmayıp her yıl yamalama sistemi ile yapıldığından ve bir kısmı da halk otobüsü ve minibüs şoförlerinin keyfine terk edildiğinden çok etkin ve verimli olduğunu söyleyemeyeceğim. Evin dibinden metro geçiyor da, aynı yaka içerisinde bir yöne dört aktarma ile iki saatte gitmek hiç normal bir durum değil. Hele bir de konserve sardalya modeli metrobüs ucubesi var ki, evlere şenlik. İnsanlarla etkileşim içinde olmak hoşuma gidiyor da, bu kadar uzun süre bu kadar samimiyet (!) gerçekten fazla… 🙂

Neyse, baktık ki toplu taşıma da öyle verimli değil, motosiklet denemeye karar verdik. Toplu taşıma ile iki saatte gittiğim yere motosiklet ile yarım saatte gidiyorum, gidiş dönüş günde net üç saat karım oluyor. İnsanın satın alabileceği en değerli şey zaman benim için! Eşim ve ben bu şekilde birer motosiklet ile giriştik bu işe. Uzun yollardan, tatillerden keyif almaya başladıkça giderek büyüttük motorları. Bununla birlikte motosikleti doğru kullanma ve doğru giyinme konusuna da eğilmeye başladık.

Bu başlık altında hem insan gibi (artık sadece erkeklere hitap etmediğim için “adam gibi” demiyorum 🙂 ) motor kullanmak, hem de düzgün giyinmek üzerine yazacağım; denediğim ürün ve markaları sizlerle paylaşacağım. Az sonra…

Burlington Çorap ✔

Burlington Çorap Burlington çorapları lise yıllarımdan beri (Vay be, yirmi beş yıl filan olmuş) kullanırım. O yaşlarda, baklava deseni ve parlak renkleri ile “farklı olma çabası” ile satın alırdım. Sonra mezun olup işe başladığımda, gömlek ve kravatlarımla renk eşleştirmeleri yapmak pek hoşuma giderdi. Lacivert takım elbisenin içine mavi gömlek ve kahverengi-mavi bir kravat taktığımda, yandaki gibi bir çorap giyerdim mesela. Gri-mavi-kırmızı, lacivert-mavi-yeşil, vb. her takım elbise-gömlek-kravat üçlüsüne denk gelen çoraplarım vardı. Şimdilerde de günlük hayatımda çoğunlukla renkli Burlington çorapları tercih etmekle birlikte, takım elbiseler ile genellikle düz renk çorap kullanıyorum (Ara sıra nostalji yapıyorum elbette 🙂 ).

Devamını oku