İki yıldır yoğun bir şekilde motosiklet kullanıyorum (yirmi bin kilometre yapmışım); hem motosiklet kullanımı hem de motosiklet kıyafetleri konusunda yazmam gerektiğini düşündüğüm birçok olay yaşadım. Haliyle “Motosiklet” başlıklı yeni bir başlık farz oldu.
Önce sizinle motosiklet hikayemi paylaşayım. Motosikletin hayatıma girmesi 30’lu yaşlarımın sonuna denk geldiği için beni pek tanımayanlarda “40 yaş sendromu” değerlendirmeleri oldu. Filhakika, 20’li yaşlarda gibi yaşayan birisi olarak böyle bir sendromdan gayet uzaktayım. Macera/heyecan arayışı deseniz, o da değil; ayıptır söylemesi plaza ortamında çalışmaya başladığım zaman ilk kazandığım paralar ile arabamı üstü açık spor araba olarak yenilemiştim. Uzun yıllar o kadar sefasını sürdüm ki (günübirlik seyahatler, hafta sonu tatilleri, hız manyaklıkları, vb.), bir araç ile heyecan arayışı safhasını çok geride bıraktım (“Ferrari’sini satan bilge” gibi oldu ama ne arabam Ferrari idi, ne de ben öyle bilge birisiyim 🙂 ). Peki, ne o zaman?
Açıkçası her şey arabayı yenileme dürtüsü ile başladı. Öncelikle arabayı sattım. Ne alsam diye araştırırken, evde bir değerlendirme yaptık; bizim arabaya pek ihtiyacımız olmadığı ortaya çıktı. Çoğunlukla kapının önünde yatıyor ve biz durduk yere sigorta, vergi, vb. ödüyoruz. Evimiz metroya çok yakın, tam önünde bir otobüs durağı var; İstanbul gibi manyak bir şehirde araba gerçekten başa bela olabiliyor. Hele bir de alkol alacak iseniz, son derece gereksiz bir yük haline geliyor. Kaldı ki, “Hayatta toplu taşımaya binmem” diyen padişah torunlarından olmadığım için, insanlarla etkileşim içerisinde olacağım ortamlar hoşuma gider (Çoğunlukla 🙂 bkz. Aşağıdaki metrobüs yorumum).
Dedik ki, araba bir dursun bakalım; çok ihtiyaç duyarsak kiralarız… Amma ve lakin, İstanbul’un toplu taşıma sistemi yıllar öncesinden akıl ile tasarlanmayıp her yıl yamalama sistemi ile yapıldığından ve bir kısmı da halk otobüsü ve minibüs şoförlerinin keyfine terk edildiğinden çok etkin ve verimli olduğunu söyleyemeyeceğim. Evin dibinden metro geçiyor da, aynı yaka içerisinde bir yöne dört aktarma ile iki saatte gitmek hiç normal bir durum değil. Hele bir de konserve sardalya modeli metrobüs ucubesi var ki, evlere şenlik. İnsanlarla etkileşim içinde olmak hoşuma gidiyor da, bu kadar uzun süre bu kadar samimiyet (!) gerçekten fazla… 🙂
Neyse, baktık ki toplu taşıma da öyle verimli değil, motosiklet denemeye karar verdik. Toplu taşıma ile iki saatte gittiğim yere motosiklet ile yarım saatte gidiyorum, gidiş dönüş günde net üç saat karım oluyor. İnsanın satın alabileceği en değerli şey zaman benim için! Eşim ve ben bu şekilde birer motosiklet ile giriştik bu işe. Uzun yollardan, tatillerden keyif almaya başladıkça giderek büyüttük motorları. Bununla birlikte motosikleti doğru kullanma ve doğru giyinme konusuna da eğilmeye başladık.
Bu başlık altında hem insan gibi (artık sadece erkeklere hitap etmediğim için “adam gibi” demiyorum 🙂 ) motor kullanmak, hem de düzgün giyinmek üzerine yazacağım; denediğim ürün ve markaları sizlerle paylaşacağım. Az sonra…